"Kur’an-ı Kerim’i okuyarak insan olmanın şerefine eriştim" diyen Hekimoğlu İsmail, Kur’an-ı Kerim’i gizli gizli öğrenmeye başladığı dönemde Bediüzzaman'la buluşmasını anlattı:
Din adına her şeyin yasak olduğu dönemde Kur’an-ı Kerim’i gizli gizli öğrenmeye başladı. Ders notlarını İngilizce aldığında arkadaşları tarafından ayıplanmazken, Arapça not tutarken yadırgandı.
Kendini yangından çıkmış bir neslin çocuğu olarak gören yazar Hekimoğlu İsmail, Kur’an-ı Kerim’i okuyarak insan olmanın şerefine eriştiğini söylüyor.
Kırk yıl önce yazdığı Minyeli Abdullah romanı ile yazarlığa ilk adımını attı. Büyük ilgi uyandıran bu eserinden sonra otuzdan fazla kitabı yayımlandı. Geçtiğimiz yıllarda geçirdiği beyin kanaması sonucu vücudunun yüzde ellisi felç oldu. Çocukluğunda polisten, jandarmadan, zabıtadan kaçarak öğrenmeye çalıştığı Kur’an-ı Kerim’i rahatsızlığından sonra rahat okuyamamaya başladı. Şimdi çantasında taşıdığı ‘Elifba’yı okuyor. Hekimoğlu İsmail ile Kur’an-ı Kerim’in insan hayatındaki önemini konuştuk.
Bir vesile ile görüştüğümüzde rahatsızlığınız dolayısı ile Kur’an-ı Kerim’i unuttuğunuzu ve yeniden öğreneceğinizi söylemiştiniz. Bu süreci anlatır mısınız?
Tabii. Ben beyin kanaması geçirdim. Hastanede çok uzun yattım. Şu anda Kur’an-ı Kerim’in ağırlığını elimde taşıyamıyorum. Dolayısıyla elif cüzü aldım, ondan okuyabiliyorum ancak. Fakat tamamen iyileştiğimde ‘Kur’an Öğreniyorum’ diye CD’ler çıkmış, onları alacağım. Baştan başlayacağım tecvitli olarak çalışmaya.
Kur’an-ı Kerim’i ilk ne zaman öğrendiniz?
1939’da kendi kendime öğrendim. Bir hanımdan Kur’an-ı Kerim dersi alıp, okumaya başladık. O dönemde durum şöyleydi; koşa koşa gidiyorduk o hanımın evine. Sağa sola bakıyorduk. Bir, polis var mı; iki, jandarma var mı; üç, zabıta var mı? Bunların hepsi bizi yakalıyordu. Bunlar yoksa hemen kapıyı açıp içeriye dalıyorduk. Zaten evler o zaman ker***ten ve tek katlıydı. O hanım hocanın ilk sorduğu ‘Kimse gördü mü?’ olurdu. ‘Yok’ derdik ‘kimse görmedi, biz koşarak geldik’. Ondan sonra başlardı okutmaya. Çok da acayip, zor bir öğretme metodu vardı.
Tam olarak o dönem öğrenemediniz mi?
Hayır öğrenemedim. 1956’da Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, “Kardeşlerimiz, eskimez yazıyı öğrensinler.” dedi. Nasıl öğreneceğiz? Kendi kendimize. Birr Kur’an alfabesi kitabı vardı. Türkçe ve Arapça. Ondan başladık öğrenmeye. Epeyce öğrendim. Bir gün cami imamına gittim. Dedim; “Hocam ben kendi kendime Kuran öğreniyorum.” “Olmaz” dedi. “Ne öğrendin?” dedi. “Tebareke’yi öğrendim, ezberledim.” dedim. “Peki oku bakalım.” dedi. Okumaya başladım, hoca uçmaya başladı. Hayır, hayır olmaz olmaz, eyvah eyvah diyor. Yahu ne oldu? Yok dedi, her harfin hakkını vermek lazım, sen harflerin hakkını vermiyorsun. Telaffuz bozukluğu varmış. Tabii ben İngilizce bildiğim için orada anladım. Sonra anladım ki Arapçada da bir telaffuz durumu var. Onu biz yapamıyoruz. Velhasıl Bediüzzaman’a gittik. “Biz Kur’an okumasını bilmiyoruz. Ne yapacağız?” dedik. “Günahı terk edin, sünneti seniyyeyi ihya edin, namazı vaktinde kılın ve tesbihatı bırakmayın.” dedi. Bizim imanımızı yakmışlardı tabiatçılıkla. Öğretmenler, kuşu tabiat yarattı, yağmuru tabiat yağdırdı deyip durdular ve böylece biz tabiatçı yetiştik. Sonra Tabiat Risalesi’ni okuyunca anladım ki hâşâ ben tabiat dinindenmişim. Tövbe ettim ona. İslam dinine girdim. Biz öyle deriz, biz sonradan Müslüman olduk deriz. Ben ve arkadaşlarım. Ne kadar becerebiliyorsak öyle gidiyor.
“Biz yangından çıkmış bir nesiliz.” dediniz. O dönemde insanların Kur’an-ı Kerim’le olan bağları nasıldı?
Şimdi bir hatıramı anlatayım bu mesele ile ilgili. Babaeski’deyim. Bir kiralık ev tuttuk. Bir baktım ki sayfa sayfa dağılmış, döşemeye atılmış bir kitap. Ama eskimez yazı. Onu sayfa sayfa topladım. Ev sahibine dedim: ‘Bu nedir?’ ‘Ne bileyim’ dedi. Biz de okuyamıyoruz, böyle parçalandı dağıldı. Bir baktım ki Kur’an-ı Kerim. O hanıma dedim ki, “Bu Kur’an’dır; ben sana ciltli güzel bir Kur’an getireyim, bunu bana ver.” Gittim kitapçıdan aldım, ona verdim. Bugünkü değeri 500 veya 1.000 lira. Onun Kur’an olduğunu bilmiyorlar. O devirde biz böyleydik. Ben birazcık okuduğum için hiç değilse namaz sureleri ezberimde, oradan baktım.
Kur’an-ı Kerim’in sizin hayatınızda dokunduğu yer nedir?
Efendim beni Kur’an-ı Kerim kurtardı, İslamiyet kurtardı. Nasıl kurtardı? Mesela arkadaşların kimi ayyaş oldu, kimi kumarbaz oldu, kimi çıldırdı, kimi çok fakir düştü. Kur’an-ı Kerim’de içki içmek, kumar oynamak haram olarak belirtilmiş. Onlardan uzak kalıyorum. Kahvehaneye gitmiyorum, gazinoya gitmiyorum, bara gitmiyorum. O zaman oturup kitap okuyorum veya camilere vaaz dinlemeye gidiyorum.
Rahatsızlığınızdan sonra “Bu kadar kitap yazacağıma insanlara Kur’an-ı Kerim öğretmeyi tercih ederdim” demiştiniz...
Şimdi iyileşirsem televizyonda Kur’an-ı Kerim öğrenme seti çıkıyor, onu alacağım ve eliften başlayıp yeniden Kur’an öğreneceğim. İYani iyileşirsem roman yok. Kur’an çalışacağım doğrudan. Çünkü buyurulmuş: “Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğretendir.” Yaşlandım; ölürken Kur’an öğrenirken öleyim, ahiretime yararlı olur.
Şu anda Kur’an-ı Kerim’i rahat bir şekilde okuyamamak sizi nasıl etkiliyor?
Yarama dokundun. Ben Kur’an okuyorum da kendime göre okuyorum. Ben İngilizce bildiğim kadar Arapça bilseydim fevkalade olurdu. Şimdi ben öldüm gittim ahirete, melek soruyor; İngilizce biliyorsun Arapça bilmiyorsun. Ne kadar utanırım. Cehennem azabı gibi bana azap verir. İngilizce bildiğim kadar Arapça bilseydim ne güzeldi. Ama öğrenmemişiz, öğrenememişiz, bu imkânı bulamamışız. Öğrenmek için eskimez yazı ile bazı yazılar yazıyorum okulda. Yanımdaki arkadaş ne oluyor ya dedi. Bu defa İngilizce yazmaya başladım. Bir şey söylemedi. Kur’an yazısı ile yazarken kızdı, İngilizce yazarken bir şey söylemedi. O dönemler öyleydi.
Bu neslin çocuğu olsaydınız her şey daha mı farklı olurdu?
Tabii, şimdi her şey serbest. Arapça öğrenmek, ibadet yapmak serbest. Şimdiki gençlerin İslam âlimi olmamasına şaşıyorum. Ne acayip insanlar. Her şeyin imkânı var. Mesela bazı gençlere anlatıyorum. Kardeşim gramersiz Arapça öğrenin. Al bir tane teyp, oradan dinle, tercüme et. Defalarca dinleye dinleye öğrenirsin. Arapçayı öğrendikten sonra gramere geç. Allah gramersiz lisan öğretiyor.
İnsanlar neden Kur’an-ı Kerim’e sarılmalı? Başvurduklarında orada neyin cevabını bulurlar?
Allah sadece insanlara Kur’an, Peygamber göndermiştir. Ben niye Arapçayı, Kur’an okumayı öğrendim? Hayvan olmamak için. Çünkü hayvanlar ibadet etmez, Kur’an okumasını bilmez. Bu açık, insan aklıyla bunu buluyor. Organlarımız var; benim de ayağım var, hayvanın da; benim de midem var, hayvanın da. Öküzün de gözü var, benim de gözüm var. Ama öküzün gözü okuyamaz, Allah bana okuyan göz vermiş. Öküzün beyni ilim tahsil edemez; ama insan eder. Ahirette bana İngilizce öğrendin de Arapça öğrenmedin deseler ne diyeceğim? İyileşince hemen Kur’an Öğreniyorum setini alacağım. Melek sordu mu; ‘ben Kur’an öğrenmeye karar vermiştim. Başladım, şu kadar da okudum’ diyeceğim. Allah, rahman ve rahimdir. Bu kulum Kur’an öğrenmeye başlamış; ama ömrü yetmemiş. Öyleyse affettim der. Aklıma yatıyor. İşte bütün mesele bu.
İnsan ömrünün en önemli vazifesi Kur’an’ı anlamaktır diyorsunuz.
İnsanın vazifesi İslamiyet’i öğrenmek, anlamak, yaşamaktır. İslamiyet, Kur’an, hadisler ve insan beyninin toplamıdır. Birini çıkarınca İslamiyet ayağının biri kırılır.
Kur’an-ı Kerim’i okuyoruz; ama anlayamıyoruz meselesi var bir de...
Elma yiyoruz, armut yiyoruz. Bunlarda ne vitamin var biliyor muyuz? Yediğimiz nedir bilmiyoruz; ama besleniyoruz. İşte Kur’an böyledir. Kur’an’ı okuyoruz, biz anlamıyoruz; fakat ruhumuz ondan pay alıyor. Kur’an’ı anlamadan da okusak yine çok faydalıdır.